Okuma gafletine düştüyseniz hatırlarsınız, önceki yazılarımızdan birinde Dylan Dog'un HOZ'dan çıkan Maxi Serisi öykülerinden birini fona alıp, yazar çizer ve editör
takımının pek de takım oyunu
çıkaramadığından dem vurmuş, Dog'un serüvenlerinde karşımıza çıkan özensizlik durumunun sık rastlanır
olduğu fikrini savunacak bir argüman ortaya koymak için, DD karakterin değişmez
temel unsurlarından biri olan Vosvos'unu örneklemiştik..
Parantez açıp, az rastlansa bile bazı hikayelerin onu hâlâ
cazip bir çizgiroman karakteri olarak görmemizi sağladığını belirtmeyi de ihmal
etmemiştik.
HOZ'un Maxi serisinin 3. cildinin ilk serüveni Hayalet Yayın (La Radio Fantasma), öyküyü tümleyen ve o şikayet ettiğimiz "sığlık" kolaycılığına
kaçmayan bir çalışma. Yine çizerler Montanari ile Grassani. Seranyo'yu ise bu defa Pasquale Ruju
kaleme almış. Bonelli yayınlarında Nathan Never'dan Martin Mystere'e, hatta Tex'e
dahi emeği geçmiş olsa da, Ruju'nun asıl uzmanlığı Dylan Dog olsa gerek, zira
70-80 kadar Dog serüveninde onun imzası var. 1995'ten beri "takımda"...
Öykü kabaca; öldü
bilinen bir Radyo DJ'inin müzik temalı meşhur bir radyo kanalının frekansına
sızarak korsan yayın yapmaya başlamasını ve eş zamanlı olarak da Londra'da peşpeşe
cinayet işleyen bir seri katilin ortaya çıkışını ele alıyor. Fazla spoiler
vermeyelim, ama okunduğunda bir tür pişmanlık hissiyle karışık ağızda kekremsi
bir tat bırakan lezzetsiz öykülerden değil, biline!
Haliyle, serüvenin
büyücek bir kısmı söz konusu radyo binasında geçiyor. 'Lezzettek' kerameti de bu mekanı tasarlayıp resmederken göstermiş
Montanari-Grassani ve Ruju...
Radyoevinin koridor
ve odalarına onlarca poster ve plak kapağının illüstrasyonlarını yerleştirip mekanı
inandırıcı kılmakla kalmayıp, hikaye kurgusunda başvurulan flashbackler (ne diye "geçmişe
dönüş" demiyorsak bu kavrama, neyse---) aracılığıyla 1970'li yılların
ortamını da başarıyla yaratmayı bilmişler. Elbette sıkı bir "geri plan" ister böyle bir
senarist-çizer ortak işçiliği...
Mesela, mesela, meselaaa...
Bilmeyen var mı?! 15-18 Ağustos 1969! Woodstock Müzik ve Sanat Fuarı! Kansız, silahsız, vurdusuz kırdısız
450 bin genç (ve zihnen genç) insanın katıldığı devrim... Müzik yönü önce çıksa ve bir festival gibi algılansa da
büyük bir halk hareketi olan Woodstock'da kimler yoktu ki! Hindistan'dan Ravi Shankar'a , Pete Townshend'lı, Roger
Daltrey'li The Who'ya, protest
müzikte Bob Dylan'ın hemen ardından gelen ve aktivist yönüyle halen "ben buradayım" demeyi
sürdüren Joan Baez'a, Meksika'dan Santana'ya, sonraları uyuşturucudan
ölen müthiş ses (Zerrin Özerin fahri
annesi :) ) Janis Joplin'e, gitarın
Paganinisi Jimi Hendrix'e kadar
dönemin en ünlü sanatçı ve grupları gibi "aykırı
düşünen" insanların devasa bir "düzen"
eleştirisine dönüşen mucizesi...
Dog'u İngiltere'de yaşatıp içinden müzik geçen bir serüvende Beatles'a atıfta bulunmamak mümkün değildi tabi... Liverpool'lu grup her ne kadar 1968'de fiilen, 1970'de de resmen dağılmış olsa da popüler kültür üzerindeki etkileri halen sürmekte. Hayranlarının elinden gelse Lennon ve Harrison'u hayata döndürüp, McCartney ile Ringo Starr'ı barıştırır tekrar müzik yapmalarını sağlamaya çalışırlardı herhalde. Gerçi hayranı David Mark Chapman, ilk elden müşahede için "cennetin olmadığını düşle" diyen Lennon'u öldürüp öte tarafa göndermişti, ama kötü örnek örnek olmaz, derler...
Aslına bakarsanız Lennon'un öldürülmesiyle ilgili, müzik endüstrisinin John'un sırtından son bir voli vurmak için, daha fazla "watching the whells" konumunda kalmasına izin vermeden "harcamayı" yeğlediğinden tut (*), Amerikan derin devletinin o "working class hero"yu temize havale ettiğine kadar hayli (hayali de diyebilirsiniz) komplo teorisi var. Hatta Yoko'dan pek hazzetmeyen hayranlar "Kütürdet Beni Rutubet"teki (Whatever gets you through the night) Atıfet'likten (**) bezen Yoko Ono'nun işin arkasında olduğunu bile iddia etmişlerdi. Elin ağzı torba değil ki büzesin!.. Fazla konuyu dağıtmayalım...
Kiss 1973'de kurulmuş Amerikalı Hard Rock topluluğu. Uzun yıllar, ta ki kullandıkları makyaj malzemelerinden ciltlerinin geri dönülmez hasarlar aldığı ayan beyan oluncaya kadar yüzleri boya kovasına batmış halde ve biraz sado-mazo havası veren acayip kostümler içinde sahne alan eksantirik grup. Her birinin kostüm ve yüz makyajları kullandıkları sahne isimleriyle örtüşen birer "sanal karakter" yaratmıştı. Gene Simmons; The Demon, Paul Stanley; The Starchild, Peter Criss; The Catman, Ace Frehley; The Spaceman!
Bu satırlar istemsiz olarak "I was made for loving you---"yu
mırıldanmaya başlamanızı sağladıysa, efsane yaşıyor demektir, "---baby"...
Yukarıda Woodstock'tan bahsederken ismi geçmişti, Joan Baez, yine karşımıza çıkıyor Hayalet Yayın sayfaları arasında. Hemen
yanında da, Müsekkin'e daha önce e de konuk olan Bob Dylan...
Yakın zamanda İsveç
Kraliyet Bilim Akademisi'nin verdiği Nobel
Edebiyat Ödülü'ne (2016) layık görüldüğünü hatırlarsınız Dylan'ın. E, adam
iyi yazıyor kardeşim... Öte yandan bu edebiyat ödülünün bir takım siyasi
manipülasyonlara alet edilir hale geldiğini biz gibi o da biliyor olsa gerek ki
ödül törenine katılmadı. Törene katılmadı ama ya para ödülü?! Parayı aldı tabi,
hakkıdır... :) Yerine Patti Smith'i
gönderdi. Patti de törende Dylan'ın "A hard Rain"ini söylerken
ortalığı biraz karıştırdı, ama olsun, o da yabana atılmayacak bir
ozan-müzisyen. Punk Rock akımının
yaratıcılarından biri olarak kabul edilir zat-ı şahaneleri.
HOZ'un 3. cildi 76. sayfasında, sol taraftaki şu yarısı görünen postere
ne demeli?!
Gençliğini 80'lerde yaşayan ve "Türk Hafif Müziği" düşkünü birisi, pekala Hardal'ın "Nereden Nereye" albümünün plak kapağının orada ne işi var diyebilir.
Olamaz mı?
Hele ki, bu plak günümüzde astronomik fiyatlarla alıcı bulabiliyorsa
hâlâ!
70'lerin Anadolu Rock gruplarından Yeraltı Dörtlüsü'den üçünün, yani Cahit Kukul (gitar), Aydın B. Şencan (basgitar) ve Sedat Avcı'nın
(davul) aklının çelinmesi ,vokalist olarak da Şükrü Yüksel'in ekibe dahil olmasıyla kurulan Hardal, 1978'de ilk albümleri "Nasıl Ne Zaman"ı
çıkartıktan sonra klavyeci Özkan Turgay'ın
da eklenmesiyle 5li'ye dönüşmüştü., ki Türk Rock'unun önemli ürünlerinden biri
kabul edilir. Ardından ikinci albüm için kolları sıvarlar. Kayıtlar başlar ama "80 darbesi"nin etkileriyle
grup savrulur, Aydın B. Şencan, Kanada'ya gider, Sedat Avcı, Hollanda'ya...
Davula Zafer Oğuz geçer ve "Nereden
Nereye" tamamlanır. 82'de piyasaya sürülür. Yine olumlu tepkiler
alır, ama siyasi ve toplumsal değişimler Cem
Karaca'nın "Hava döndü, işçiden - işçiden esiyor yel" parçasında
söz ettiği rüzgarı artık başka yönden estirmektedir. Dağılır gibi olurlar,
falan filan...
Neyse, aslında bunları, Hardal'ın albüm kapağının da eğer zaman ve mekan müsait olsaydı Dylan Dog çizimleri arasında -pekala- yer alabilme ihtimali bulunduğunu düşündüğümüz için anlattık, uzatmayalım. Şairin dediği gibi, "Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!" vari, içinde bir "keşke" barındırıyordu, yani. ( *** )
Gerçek başka... Sadece benzerlik, belki biraz da özenti... Özenti fikri ağır basabilir, zira, kayıtlarda klavyeleri Özkan Turgay çalmış olmasına karşın, kapakta fotografına yer verilmemiştir. Vardır elbet bir "soğuk" sebebi, ama beş fotograf olması, "kompozisyonu" bozardı.
Hangi kompozisyon mu?
BU!
Beatles'in son albümü (1970) "Let it be", ki Dylan Dog'da yer verilen de bu, malesef...
Bu plak kapağının da bir özelliği var, değinmeden
geçmeyelim. Beatles o güne kadar yayınladığı albüm kapaklarında ya bir arada
görünür, ya da görünmez. Let It Be'de ise ayrı ayrı fotograflanmışlardır ve
grup elemanlarının yollarını ayırmış olduklarını simgelemektedir aslında. Yaa!..
Böyle ince işler işte. :) Zaten böyle ince eleyip sık dokumak değil mi,
"ürünü" ikonlaştıran?
Biliyorum, 32 kısım
tekmili birden gibi bir yazı oldu, ama sor, niye oldu!
Çekildikçe çekildik derine, derinlere...
Çekildikçe çekildik derine, derinlere...
Dylan Dog takımı; Ruju, Montanari ve Grassani
sayfalarına bu detayları işlerken, emin olun sadece görsel zenginlik yaratalım diye düşünmüyorlardır. Sanat dediğimiz
şeyin asıl işlevine yönelmişlerdir. Öyküyü anlatırken, okuyucunun kendine özgü
bir seyahate çıkmasını da sağlamaktır amaçları... Sayfalar birbiri ardına
çevrilir, detaylar kağıttan göze, oradan da zihne akar, farklı anı ve birikimleri
canlandırır ve okuyucunun eseri çepeçevre saran, ama tamamen kişisel bir kabuk
oluşturmasını sağlar, bir kum tanesini inciye dönüşmesi misali... Kabuğun
inceliği veya kalınlığı; ---derinliği---, okuyucudan okuyucuya değişir
elbet.
Bir başka yazımızda
daha değinmiştik; "kullandığınız yöntem ne olursa olsun, muhatabınızın
bir hissi duyumsamasını sağlayabiliyorsanız, okuyucunuzun zihninde, kendi
düşünsel olgunluğuna göre eserinizle ilintili fikirler yaratabiliyorsanız,
yaptığınız şey sanat!"
Ek yapalım:
Sizi aktif katılımla
içine çeken, kendi öz benliğinizin renklerini gösteren, ama, en önemlisi "kim olduğunuzu hatırlatmanızı sağlayan
şey" sanat.
Netekim güzel bişii... :) İnsana "anladım ve onu yeniden yarattım" dedirten tek şey belki
de... Ve belki de "mürşit uçmaz
mürit uçurur" kıvamı böyle elde edilmektedir efenim... :)
* Lennon, son albümü Starting Over'ı (1980) piyasaya
sürmeden önce uzun yıllar müzik yapmamış ve bu süreci Watching The Whells isimli
parçasında anlatmıştır.
** "Kütürdet beni rutubet, Atıfet" Nejat Yavaşoğulları'nın kendi adına
çıkardığı "Bulutsuzluk Özlemi" isimli albümünde yer alır (albümde aynı isimli bir parça da var) ve
John Lennon'un bestesi " Whatever gets you through the night"a göz
ardı edilemeyecek şekilde benzer. Yavaşoğulları, daha sonra bu albümünün ismini
kurduğu gruba vermiş ve Lennon'dan esinlenmeye devam etmiştir bir süre daha... "Şili'ye
Özgürlük" parçasıyla da, bir bakıma Lennon'un "Well Well Well"ini
özgürleştirmeyi başarmıştır...
Netekim severim Yavaşoğulları'nı. Cidden...
*** Yılmaz Erdoğan
Not: Dylan Dog taramaları, Çizgidiyarı, MehmetAli'den
alınmıştır. Kendisine teşekkür ediyorum...