2012-12-01

Matena'nın "Mahşer Günü" Söylemleri (İkinci Bölüm)

Evet, Mahşer Günü öyküsünde derinlemesine çıktığımız yolculuğa devam ediyoruz. İlk bölümde söz ettiğimiz, öykünün gözle görülür-elle tutulur niteliklerine oranla her okuyucu tarafından aynı şekilde değerlendirilmesi biraz daha zor olan unsurları üzerine gideceğimiz ikinci bölümde sıra...

Öykü boyunca, kimi ön, kimi geri planda kalan, gözümüzün bir yerden ısırır gibi olduğu, ama bir türlü "çıkartamadığımız" tiplemeler, tanıdık ama anlatı içinde neden yer verildiğini kestiremediğimiz simalar ve gizemli konuşmaları, yinelenen rakamlar ve saatlerle karşılaştırdı bizi Matena... Zaten altyapıyı oluşturan Dylan'ın "The Ballad of Frankie Lee and Judas Priest"ını hakkıyla çözümlemek başlabaşına bir olayken, üstüne bir de Matena'nın her bir yerinden sembolizm fışkıran karelerinin düşüncelerimizde yarattığı sis, okuduğumuz öykünün üzerine mistik bir hava olarak çörekleniyor. Gel de çık işin içinden!

Saatlerden başlayalım:

Her birinin farklı bir zamanı gösteriyor olmasını yormak kolay. Sözkonusu kıyametse eğer, elbette insanoğlu için onun "ne zaman" kopacağını kestirmek mümkün değil demektedir belki Matena.

Bir başka bakış açısı, zamanın farklı farklı işlediği başka boyutlara gönderme yapıldığına yönlendirebilir okuyucuyu. Farklı boyutlara açılan hayali kapıların eşiği olduğu rivayet edilen mekanlarda gözlemlenen "pusula çıldırması" vakalarının bir benzerini resmediyordur belki.

Ya da, Mahşer Günü'nün her anlamda "zamanın çıldırdığı" bir döneme denk geleceğini, o günün gelmesi için dünya üzerindeki her şeyin çılgınlık boyutunda bir düzensizliğe dönüşmesi gerekliğini söylüyordur Matena, ki öyküsünü bezediği absürd ortam da bu fikri destekler gibi görünmektedir.

Her üç yorum da Matena'nın kurduğu sahnenin hem nesnel hem de dinsel anlamda dünya dışı olması nedeniyle örtüşür ve birbirini destekler kanımca.

Peki ya rakamlar?
Sıkı bir araştırma yapılmadıkça bir şey söylemek zor olsa da, sözkonusu öykünün dinsel bir tema üzerine kurgulanmış olması, kutsal kitapların sure ve ayet numaralarına göndermeler yapıldığını düşündürtüyor.

Tüm rakamları anlamlandırmaya çalışmadan rastgele bir örnek vermekle yetinelim:
İkinci sayfanın en üstünde iki dev rakam resmedilmiş: 9 ve 8...

İncil, Matta, 9. Bölüm:

8 Halk bunu görünce korkuya kapıldı. İnsana böyle bir yetki veren Tanrı'yı yücelttiler. 
9 İsa oradan geçerken, vergi toplama yerinde oturan birini gördü. Matta adındaki bu adama, “Ardımdan gel” dedi. Adam da kalkıp İsa'nın ardından gitti. 

 İncil, Markos, 9. bölüm:

8 Öğrenciler birden çevrelerine baktılar, ama bu kez yanlarında İsa'dan başka kimseyi göremediler.
9 Dağdan inerlerken İsa, İnsanoğlu ölümden dirilmeden orada gördüklerini hiç kimseye söylememeleri için onları uyardı. 10 Bu uyarıya uymakla birlikte kendi aralarında, “Ölümden dirilmek ne demek?” diye tartışıp durdular. 
İncil, Luka, 9. Bölüm:

7-8 Bölgenin kralı Hirodes bütün bu olanları duyunca şaşkına döndü. Çünkü bazıları Yahya'nın ölümden dirildiğini, bazıları İlyas'ın göründüğünü, başkaları ise eski peygamberlerden birinin dirildiğini söylüyordu. 

İncil, Yuhanna, 9. Bölüm:

8 Komşuları ve onu daha önce dilenirken görenler, “Oturup dilenen adam değil mi bu?” dediler. 
9 Kimi, “Evet, odur” dedi, kimi de “Hayır, ama ona benziyor” dedi. Kendisi ise, “Ben oyum” dedi.


Yormaya başlarsak rastgele seçeceğimiz herhangi bir ayetin de öyküyle bir ilintisini kurabiliriz belki, ama sanki, çok da zorlamaya gerek kalmadan bazı paralellikler bulmak mümkün ayetler ve Matena'nın öyküsü arasında.

Matena'nın can alıcı asıl mesajına geçip konuyu kapatmadan önce, bir örneğini geçen bölümde verdiğimiz tanıdık simalara da değinelim.

2. sayfanın ilk karesinde yer alan tanıdık sima kim ola ki?

Yorumlama çabamıza yazdığı e-maillerle katkıda bulunan kadim dostumuza göre, Stalin o. Benzerlik yadsınamaz. İkinci dünya savaşı, hatta öncesi ve sonrasında işlediği günahlarla hiç de Hitler'i aratmayacak çaplı bu kötü adam öyküye yakışırdı doğrusu. Bildiğimiz gibi Rusya'yı oluşturan halklara yaptığı baskı, toplu sürgün gibi eylemlerle o da soykırımla suçlanabilirdi pekala, eğer savaşta galip gelen tarafın önderi olmasaydı. Tıpkı Hiroşima ve Nagazaki'yi atom bombasıyla vuran Amerikan başkanının da benzer bir ithama maruz kalması mümkünken, utku sahibi olmanın avantajlarından yararlanması gibi.

Belki kadim dostumuz haklıdır, Stalin'dir, resimde yansıtıldığı ve yorumcu bir başka arkadaşımızın da zikrettiği gibi yıkanıp günahlarından arınma çabasında gösterilen bu zat. Ama hemen ön plandaki "Alman miğferi" işi bulandırıyor biraz. Kurcalayınca Prusyalı bir zevat ile karşılaşıyoruz, tarih sahnesinde önemli bir rol oynayıp Alman Birliğini kurarak Reich'lar dönemini başlatan. Bismarck bu! Yeni Almanya'yı "kılıç ve kan üzerine" kuracağını söyleyen (ve başaran) Demir Şansölye Otto von Bismarck! Belki de Matena, hangisini görmek istiyorsa onu teşhis etmesi için seçenek sunmuştur okuyucusuna. :)

5. sayfadaki "Kapitan" Cousteau'ya ne buyrulur?

İlgisiz, ilintisiz, rastgele bir seçim mi acaba? Gerçi ismini zikretmez Matena ve sadece "Mösyö C" demekle yetinir, ama öykünün çizildiği günlerde son derece popüler olan ve "sualtı" deyince akla gelen ilk isim Jacq Cousteau'yu resmettiği gün gibi ortadadır. Mesele "neden" resmettiğidir aslında.


Cousteau, Fransa 2. Dünya Savaşı sırasında  Nazilerin eline düştüğünde, direniş örgütüne katılıp casusluk yapan, sonraları Legion d’Honneur madalyası ile ödüllendirilen bir savaş kahramanı. Bu yönüyle ilk bakışta, Hitler'den zarar görenler arasında olabileceği düşünülse de Matena'nın bu karakteri cin bir fikirle öyküye dahil ettiğini anlayabiliyoruz.

Cousteau'dan bir alıntı yaparsak öykü içindeki varlığını anlamlandırmak mümkün olacaktır sanırım.

"Duygularımı şöyle özetleyebilirim; gezegenimizin kaynakları sonsuz değil, geçilmemesi gereken bir sınır var, aşılmaması gerekli bir yaşanabilirlik eşiği."

Çevreci bir bilinçle zirkedilmiş güzel bir saptama değil mi? Bakalım ne tür bir çözüm önerisi dolaşılor bu "bilinçte"? Şöyle devam etmiş efsanevi Jacq Cousteau!

"Bunu söylemek zorunda olmak korkunç. Dünya nüfusu dengelenmeli ve bunu yapmak için her gün 350 bin insan yok edilmeli. Bunu düşünmek öyle dehşet verici ki, dile getirmemeliyiz bile. Ama içinde bulunduğumuz genel durum içler acısı."

Matena değil mi, öyküsünde Hitler'i ve Cousteau'yu aynı sularda buluşturan?! Cousteau, insani bir tınada söylemiş olsa da Hitler ile arasında bir paralellik bulunduğunu saptayıp, okuyucusuna bir imada bulunmuş Matena. Biri pratisyen, diğeri teorisyen, diyor belki de!

Son sözlerimizi söylemeden önce gereksiz bir ayrıntıya daha değinelim ve ardından şu Şeytan meselesini ve onunla birlikte öykünün temel mesajını ortaya koyarak Matena'ya veda edelim.

Önce 5. sayfada kör bir adama klavuzluk, ardından 8. sayfada bir Neonazi'ye eşlik ederken görünen kurt da üzerine söz söylemeye değer bir mesaj taşıyor kanımca.


Hitler'in takma isminin Wolf olduğunu hatırlayınca biraz olsun aydınlanıyor bu figürün varlık nedeni.

Herhalde kurt (Wolf) kılığında resmedilen, kör olan koca bir toplumu arkasından kendiyle birlikte felakete sürükleyen Hitler olsa gerek yine. Ya da şöyle demek daha doğru bir çıkarım olacaktır; "kör müydünüz de ardından yürüdünüz bu Hitler'in?" diyor Matena. Yaşananlarda sadece "neden olanların" sorumluğu bulunmadığını, "alet olanların" da bu sorumluluğu paylaştığını hatırlatırr gibidir sanki.

Keza, Neonazi de Hitler'den destek almakta elbette, hem fikriyatta hem de fiiliyatta. :) Dikkatinizi çekmiştir; Hitler, bu yarı doğumgünü kıyafetli nazinin betimleyici asıl unsuru olarak kurt köpeğini görmekte ve onun üzerinden sormakta sorusunu, "Bu köpekli adam kim," diyerek. Diğer tanımlayıcı unsurları olan figürler; elinde tuttuğu haç ve tabii ki belden aşağısının çıplak olması ise umurunda mı değil Hitler'in, yoksa Matena okuyucusunu yönlendirmek için özellikle mi bu soruyu sorduruyor? Dylan'ın (Mesih) verdiği yanıtta da aynı yönlendirme var: "Tanırsın!" Ama bu baldırı çıplak Neonazi'nin öyküye katılmasındaki tek amaç bu "wolf" olmasa gerek. Son sözlerimizi üzerinde sarf edeceğimiz diğer figürden, "şeytan"dan bahsederken Neonazi'ye de tekrar dönmek durumunda kalacağız sanırım... Eh öyküdeki bunca unsura değindikten sonra hariç bıraktıklarımız arasında ufak bir fikir jimnastiği yapılması halinde şeytan'dan kimi kast ettiğimiz de malum olacaktır. Bize, nedenini açıklamak kalıyor bir tek.
Sabrınızı zorlayıp, bir üçüncü bölüm yazsak mı acaba? :) 
Söz; o bölüm kısacık olacak ve fazla bekletmeyecek sizi...

12 yorum:

  1. Sevgili yer6. işte benim profesyonel çizgiroman forumlarında olması gerektiğine inandığım ve olması gereken sunum bu.Bir kitabı taramak değil veya o kitabı kapalı linkli sunmak değil maarifet işte bu şekilde çizgiler üzerinden yorum yapabilmek ve yaptırabilmek bu blogdaki bu şablonu anca bir italyan çr forumunda görmüştüm.Aynı şekilde çizgiler üzerinden mesajlara odaklanma veya çizgilerin çizerlere göre değişimi vb gibi olması gereken profesyonellikte olaya yaklaşılıyordu.
    Yine kör gözlere büyüteç tutmuşsun sağol varol.
    serdary67

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Serdar dostum, keşke forumlarda da olsa böyle söyleşiler. Ama daha önce başka bir yerde değindiğim gibi, forumlarda, özellikle de dosya paylaşımı üzerinden iş görenlerde, üyeler bir sonraki konuya hemen geçme baskısı duyuyorlar ister istemez. Yani yoğunlaşma imkanı daha az oralarda. Belki konu açarken bu baskı yok paylaşımcı üzerinde, ama izleyiciler üzerinde var malesef. Öte yandan bir çok farklı görüşün aynı başlık altında serd edilmesi ihtimali de düşünce takibini güçleştiriyor olsa gerek. Netekim, bu sebeplerle veya değil, forumlarda kıvıramadık derinleşme işini.. Belki ilerde kendiliğinden oluşur tatlı tatlı söyleşme ortamı..
      İlgin için teşekkür ediyorum.

      Sil
  2. Gerçeküstücülük, hep sembolizmle içiçe yürüyor. Gerçeküstü-bilinçaltı-rüyalar vs. bağlamında. Bu benim için tartışmalı bir konu. (herhalde zaten tartışılmıştır :)) sembolizm denince de özellikle hristiyan toplumlarında İncil birinci sırada referans ve ilham kaynağı oluyor kaçınılmaz olarak öyle ki ateistler bile bundan azade değiller. Matena da öyle...

    Rakamlara ben de takılmıştım. Bir şey söylemek zordu, desen olsun diye çizilmiş de görünmüyorlardı. her yerdeydiler. Bir şeyleri gösteriyor olmalıydılar. Bence yorumun doğru.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yanarım yanar, o rakamlardan bir "666" çıkaramadığıma hayıflanırım, netekim.. Yoktu! Olsa, tadından yenmezdi üzerine kyapılacak yorumlar.

      Matena'da ateizm izleri gördüğümü itiraf etmeliyim. Genel manzara, dine ve dinin etkisinde yöneten ve yönetilen konumunda olanlara külli bir eleştiri getirdiği görülüyor açıkca. Belki tüm insanlığa da yayabiliriz bu eleştiiyi.

      Sil
    2. Yok öyle hazırlop 666'lar falan, eziyet çekmeden olmuyor bu işler. :D

      Bu arada, Matena'nın ateist olduğunu söylemek istememiştim doğrusu, elimde böyle bir veri yok. Ama yazdığımdan böyle bir sonuç çıkarmak da mümkünmüş, baktım da :). Gerçi Matena'nın sonraki bazı işlerine bakılırsa, en azından pek de dindar olduğunu söyleyemeyiz. (bkz. Red Ears, They are so Nice) :)

      Sil
    3. Aynı fikirdeyim. Ateist değilse bile, deist veya agnostik bir düşünceye sahip olduğunu düşünüyorum ben de. Mahşer Günü'nden çıkarılabilecek sonuçlardan biri de bu olsa gerek.

      Sil
  3. Bir bölüm şarkıyla bir bölüm de ÇRla kabaca ilgilendikten sonra ortaya karışık bir üçüncü bölümle final yapmanın zamanı geldi benim için.

    Önce Cousteau konusuna değinelim. Bu yazısında Mryer6 bağlantılı gözüken iki unsuru saptamış gözüküyor ama tezinde ciddi bir anakronizm var. Cousteau bahsedilen sözleri 1991 yılında yaptığı bir UNICEF mülakatında söylüyor, oysa Matena bu ÇRı 1981 yılında yayınlamış..! Yani zaman makinesi gibi fütüristik bir takım ihtimalleri gözardı edersek, arada bir bağlantı olma ihtimali bana epey “uzak” geldi...

    “Yıkanan adam” imgesine gelindiğinde, Otto von Bismarck tespitine iştirak ediyorum (Kahretsin bunu ben bulmalıydım demekten de kendimi alamıyorum bu arada). Matena Bismarck’ı çizerken çoğu insanın belki de haklı olarak fark etmeyeceğini düşünmüş olmalı ki, Prusya’ya has o miğferi dikkat çeksin diye özellikle oraya yerleştirmiş. Fakat tüm bunlara karşın hepimizin gözünden kaçan son bir ipucu daha yerleştirmeye karar vermiş. Üstelik bu ipucunu artık şüpheye yer bırakmayacak şekilde rakamlar yoluyla yerleştirmiş. Bu noktada rakamların belli bir anlamı olup olmadığı sorusu da bana göre kesin olarak cevap bulmuş oluyor aslında.

    Arkadaşlar “Yıkanan adam” sahnesine tekrar bir bakın, tepede hangi iki sayı var? 9 ve 8. Yani sırayla yazacak olursak 98. Burasının berzah alemi olduğu üzerine yorum inşa ettiğimize göre, yani insanlar öldüğünde buraya geleceklerine göre, Otto von Bismarck’ın ölüm tarihinin “1898” olduğunu hatırladığımızda, bu tarihin belirleyici olan son iki sayısının da buraya konulması sanırım rastlantı olamayacak kadar somut bir işaret...İşte 89’un esas anlamı bana göre bu. Evet bu noktada alkış seslerini duyar gibiyim sevgili okuyucular...tezahurata gerek yok...sağolun efenim...İyi bir pas geldi, golü attım, hepsi bu.

    Dolayısıyla 89 rakamının Kutsal Kitap’la bağlantılı olmaktan ziyade bu amaçla oraya yerleştirildiği konusunda güçlü bir inancım mevcut. Buradan hareketle gözüken ikinci nokta şu: saatler ile mekana yerleştirilmiş rakamların anlamlarını farklı kategorilerde değerlendirmemiz gerekiyor bence.

    Bu aşamada neden Stalin ya da bir başkası değil de Bismarck oraya yerleştirilmiş sorusu akla gelebilir.
    Aslında Matena’nın kafasında, benzer gözüken ama tepeden tırnağa farklı iki lideri kıyaslamak geçiyor bana kalırsa. Mryer6 Bismarck için olumsuz bir profil çizse de aslında bunun tam tersi bir geçmişi olduğunu görüyoruz. Yazar burada yine bir tezat sergilemek istiyor bence. Bakınız Wikipedia’nın konuyla ilgili bir kaç paragrafı. Benzer gözükmelerine karşın (ulusalcılık-muhafazakarlık) ne kadar farklı olduklarını daha iyi anlayacaksınız:

    After a series of short victorious wars he unified numerous German states into a powerful German Empire under Prussian leadership, then created a "balance of power" that preserved peace in Europe from 1871 until 1914.

    Yani kısa bir savaş dönemi sonrası “43 yıllık bir barış döneminin mimarı”.

    Historians stress that Bismarck's peace-oriented, "saturated continental diplomacy" was increasingly unpopular, because it consciously reined in any expansionist drives. In dramatic contrast stands the ambition of Wilhelm II's Weltpolitik to secure the Reich's future through expansion, leading to World War I. Likewise Bismarck's policy to deny the military a dominant voice in foreign political decisionmaking was overturned by 1914 as Germany became an armed state.

    Burada da askeri gücü dış politikanın ağırlıklı bir unsuru olarak reddettiğini, barışı korumaya yönelik bir dış politika yürüttüğünün altı çiziliyor.

    ...devam edecek

    YanıtlaSil
  4. Bu bilgilerden sonra niçin başka birinin değil de Bismarck’ın oraya yerleştirildiği daha açık hale geliyor. Aynı milletin kısa aralıklarla liderliğini yapmış iki asker kökenli isminden biri Berzah aleminde keyifle “son hazırlıklarını” tamamlayıp hesaplaşmasını yaşarken (belki de bu geçici istasyonda en iyi şekilde ağırlanırken de diyebiliriz), diğeri eski tas eski hamam üzerindeki “dünyevi kirini” temsil eden kıyafetiyle arz-ı endam etmeye ve mukadder sona doğru ilerlemeye devam ediyor. Yazarın, kötülerin hak ettiği dersi, iyilerin de hak ettikleri mükafatı bulacağına dair inancının bir yansıması olarak görüyorum bu kareyi.

    Farklı zamanları gösteren saatlerin Berzah aleminin “zamansız” ya da “zamanötesi” olma karakterini sembolize etmesi kuvvetle muhtemel. Yine İncille ilgili bağlantılara ben de bir bakmıştım, ciddi bir bağlantı olduğunu düşünmüyorum, olsa bile ancak hikayeye “İncil sosu” katabilecek seviyede bana kalırsa.

    Rakamlar demişken şimdi de Bob Dylan’ın şarkısındaki şu 24 pencereli ev imgesinin peşine düşelim.

    Önce “Eski Ahit” kökenli olduğunu düşünmüştüm. Anlamlı bir sonuca ulaşamadım. Sonra böyle bir argo tabir olduğunu öğrendim (esrar içmeye yönelik), ama bu tabirin kullanıma girmesiyle şarkının tarihi örtüşmüyordu. Pes etmek üzereyken ilginç bir bilgiye rastladım. 1001 gece masallarında böyle bir evden bahsedildiğini okuyunca biraz eşeledim ve ilgili masala ulaştım.

    Masalda Alaaddin’in prenses eşi evdeki eski püskü görünüşlü lambayı, eskici kılığında kapıya gelen büyücüye, daha değerli gözüken basit bir eşya karşılığı verir. Bunun sonucu yaşamları tepetaklak olur. Yani işin özeti, belki de evdeki en değerli nesnenin uyduruk bir kazanım uğruna kaybedilmesi söz konusudur.

    Şarkıya baktığımızda konunun buna benzer olduğunu görüyoruz. Basit bir zevk uğruna asıl kıymetli olan değerlerden vazgeçilmesine vurgu yapılıyor. Hatta sonunda ne olursa olsun o kıymetli gözüken eve girilmemesini, aksi takdirde herşeyin kaybedileceği öğütleniyor.

    Bana göre Bob Dylan şarkısında bu masala atıf yaptı. Tabii ki yoruma açık. Size yüzde yüz budur diyemem, ancak bu görüşü desteklemesi açısından Bob Dylan’ın Chronicles, Vol 1 isimli hatıratında 1961-1964 yılları arasındaki sevgilisi Suze Rotolo hakkındaki şu sözlerini hatırlatabilirim:

    Describing their meeting in his memoir, Chronicles, Volume One, Dylan wrote: "Right from the start I couldn’t take my eyes off her. She was the most erotic thing I’d ever seen. She was fair skinned and golden haired, full-blood Italian. The air was suddenly filled with banana leaves. We started talking and my head started to spin. Cupid’s arrow had whistled past my ears before, but this time it hit me in the heart and the weight of it dragged me overboard... Meeting her was like stepping into the tales of 1001 Arabian Nights. She had a smile that could light up a street full of people and was extremely lively, had a kind of voluptuousness – a Rodin sculpture come to life".[9]

    Yani, ilk görüşte müthiş bir aşk hissettiği sevgilisiyle karşılaşmalarını anlatırken, ”sanki 1001 gece masallarına adım atmış gibi hissettim” diyor. Dolayısıyla zihninde bu masalların bir yeri olabileceği ve şarkılarında kullanmış olması ihtimali biraz daha belirginlik kazanıyor bana göre.

    ...devam edecek

    YanıtlaSil
  5. Bu arada “tranny surprise” hadisesine de rakamların ışığında baktığımızda şöyle bir durum ortaya çıkabiliyor. Biliyorsunuz Hitler sadece Yahudileri değil, sakatlar gibi toplumun belli kesimlerini de hedef aldı. ÇRın ilk sayfasında bu konuya da atıfta bulunulmuştu zaten. Eşcinseller de Nazilerin gazabından payına düşeni alan gruplardan birisiydi. Bu durumun tarihi olarak ortaya çıkarılıp tartışılmaya başlanması ise 1970’li yıllara denk geliyor. Bakınız aşağıdaki tespit:

    While the focus of these early revisions was not necessarily to determine the Nazi policy on homosexuals as genocidal, they began a current towards legitimizing the victimization of homosexuals under the regime, a topic that had not been addressed until the 1970s.(7)

    The Nazis' anti-gay policies and their destruction of the early gay rights movement were generally not considered suitable subject matter for Holocaust historians and educators. It was not until the 1970s and 1980s that there was some mainstream exploration of the theme, with Holocaust survivors writing their memoirs, plays such as Bent, and more historical research and documentaries being published about the Nazis' homophobia and their destruction of the German gay-rights movement.

    Arising from the dominant discourse of the Jewish suffering during the years of Nazi domination, and building on the divergence of differential victimhoods brought to light by studies of the Roma and the mentally ill, who suffered massively under the eugenics programs of the Third Reich, the idea of a “Gay Holocaust” was first explored in the early 1970s.

    Dolayısıyla 3. sayfada eşcinselin 7 numaralı kabine girmesi belki tek başına bir şey ifade etmiyor ama beşinci sayfada bu sefer farklı bir plandan aynı 7 rakamına yüklenen anlam daha bir açık hale getiriliyor bana kalırsa. Aynı kabin bu sefer soldan sağa 51 – 61 – 7 düzeninde gösterilerek bence 70’li yıllara atıf yapıldığı desteklenmiş olabilir. Yani Hitler’in bir günahının daha ortaya çıkışının Berzah alemindeki yansıması bu şekilde düşünülmüş olabilir.

    İrdelenecek konular bitmez, mesela renk kullanımından pek bahsedilmedi. Hitler ile köpeğin aynı tonlamada çizilmesi, o tonun o karede başka hiçbir obje ya da canlıda kullanılmaması durumu gibi. ilk bölümde kullanılan palet ile ikinci bölümdeki palet arasındaki farkın anlamı üzerine de konuşulabilir.Hitler’in sudan çıkarken saçlarının aldığı şeklin çift başlı kartal sembolünü temsil edip etmediği üzerine bile düşünceler paylaşılabilir belki.

    “The Ballad of Frankie Lee and Judas Priest” şarkısının sonunda küçük çocuk hiç bir şeyin açığa kavuşturulmadığından yakınıyordu. Buradaki yorumlarla herşeyin olmasa da bir kaç konunun aydınlandığını ve insanların bu ÇRa artık farklı bir gözle bakacaklarını düşünüyorum.

    Minik bir katkım olduysa ne mutlu bana.
    Peyami K.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Minik katkıyı çok çok aşmış durumdasınız. Heyecanla okudum tespitlerinizi. Matena'nın kasıtlarıyla örtüşmediğini düşündüğüm yerlerde bile yaptığınız çıkarsamaların önümüzde yeni ufuklar açtığı yadsınamaz. Üstelik çozümleme çabanız bile başlıbaşına entelektüel bir faaliyetin yansıması olmakla beraber uzunca bir zaman ayırmayı gerektirdiği için de takdire şayan. Yani, değil alkışlamak, şapka çıkartıyor, çok çok teşekkür ediyorum.

      Renk kullanımı meselesine değinmemiş olsam da ilgilendim. Değinmememin nedeni, simgeledikleri üzerinde hem fikir olunan renklerin yoğun bir kullanımı sözkonusu değildi. Yeşilin güven, pembenin mutluluk lacivertin ciddiyeti temsil ettiği gibi, artık ortak kabuel dönüşmüş bir renk kullanımına gitmemiş gibi Matena. Kurt ve Hitler'in paltosu arasındaki paralellik dikkatimi çekti, hatta yazayım diye elim de gitti lakin, "Gray Wolf" meselesine girmek gerekecek ve Matena'nın paltoyu ve kurtu neden gri çizmediğini değerlendirmek gerekecekti.. Genel olarak, renklendirme işleminin başka bir elden çıktığını ve çok da bilinçli yapımladıını düşünerek değinmeye gerek görmedim, diyelim.

      Cousteau konusunda ısrarlıyım ama. Tercümesini verdiğim metin öykünün yayın tarihinden sonraki günlerde beyan edilmiş olabilir ama Matena'nın hangi kaynaklara indiğini bilmediğimiz ve benim yorumum ile de anlamlı bir örtüşme sözkonusu olduğu için doğru bir çıkarsamada bulunduğumu düşünüyorum.

      Bu arada Nazi baskısından nasibini alan yahudiler dışında kalan sakatlar, eşcinseller vb saptamınız, gerçekten ilk sayfada görülen bazı figürleri anlamlandırdı. Özellikle tek bacağı kesik kız çocuğu konusunda kafa yormuş, hemen yanındaki sürlü püslü kız çocuğunu da göz önüne alıp sübyancılık ile ilgisi olabileceğini düşünmüş ama bir çıkış bulamamıştım. Şu anda o konudaki soru işareti silinmiş durumda kafamda.

      Özetle yorumlarımızda haklı çıkmak, tam onikiden vurmak filan hiç önemli değil. Önüzümde üzerinde beyin cimlastiği yapmaya uygun bir sanat eseri var, hem de çizgiroman formatında. işte güzel olan asıl şey bu.

      Bir sonraki başlıkda çift cinsiyetli rahibe ile eşcinsellik arasında kurduğunuz bağlantıya sizinkinden farkı bir yorum getireceğim. Keza sizin de yorumladığınız ve gayet tutarlı bir açıklama getirdiğiniz 24 pencereli ev meselesine ve Neonazi tiplemesine de girmem gerekecek. Umarım yarın bitmiş ve yayınlanmış olur. Yine yorumlarınızı beklerim.

      Sil
  6. Valla ne yalan söyleyim doydum yorumlar harika adsız dostumuzun nefis yorumları tam zeka dolu harika yer.6 ne iyi yaptın bloğu açmakla nete kaliteli iş yapalabileceğinin bir örneği burası sağol.,
    serdary67

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Serdar dostum, ilgi ve katkı olmasa herhalde bir noktadan sonra sıkılırdım ben de. Havanda su dövmek gibi olurdu buradaki faaliyet. Sanırım Müsekkin'i anlamlı kılan asıl şey dostların varlığı. Teşekkür ederim sana da bu bağlamda.

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...