2015-02-22

İhsan Oktay Anar ile Paul Kirchner aynı köprüden geçmişler...

Aşagıda aktardığım metin İhsan Oktay Anar'ın Yedinci Gün kitabının hemen ilk sayfalarında yer alıyor. 
"Efendimiz gözlerini açtı. Redingotunun mendil cebinden kibritini çıkarıp çaktığında, salondaki altun yaldızlı devâsâ mobilyalar bir an ışıldadı. Ağır ağır yerinden doğrulan Ulu Hakan, Rejans üslûbundaki saatli yazı masasına doğru ilerledi. Saatin yanındaki, üç atlant ile temsil edilen üç kollu gümüş şamdandaki mumlan teker teker yaktı ve usulca, masanın maun sathındaki bambu sinek raketine doğru uzandı. Tefekkürünü bölen lanet hayvanı telef etmeye kararlı görünüyordu. Sol elinde şamdan ve sağdakinde raket olduğu hâlde karanlığa kulak kabarttı.


Efendimiz salonda ağır ağır ilerlerken mumların titreyen alevinde sedef ya da bağa kakmalı konsollar, bronz yâhut altun kaplama koltuklar ve iskemleler, oymalı ve tezyînatlı komodlar, dolaplar ve çıragpâlar, ışıl ışıl parlayıp parlayıp sönüyorlardı. Nihâyet salonun diğer ucunda, kenarları yılankavi görünen tuhaf ve devâsâ bir masa seçilmeye başladı. Ulu Hakan işte bu koskoca masaya iyice yaklaştı ve ansızın üst dişleriyle alt dudağını hınçla ısırdı ve raketi kaldırdı! İtalyan heykeltıraş Valeriyani tarafından aslının yedi yüz ellide biri mikyasında yapılan Dersaadet maketi, Ayasofya'sı, Babıâli’si, Galata Kulesi, tüm câmiileri, tüm kiliseleri, tüm havralarıyla birlikte, hattâ tüm çeşmeleri, tüm dâireleri, garları, atlı tramvayları, postahâneleri, tersânesi ve irili ufaklı bütün binâlarıyla birlikte, aslına tamamen uygun olarak, raketin alımdaydı! Hattâ heykeltıraş, yollardaki ve binalardaki insanları bile es geçmemiş, kadını erkeği, hafiyesi zaptiyesi, ulemâsı şuarâsı, fukarâsı, delisi divânesi, fin kopili ile onları da bu dev şehir maketine katmıştı. Ayrıca atlar ile onların çektiği arabalar, ve sokak köpekleri bile unutulmamıştı.


Raket biraz daha kalktı. Aşağı yukarı Bâbıâlî'nin üzerindeydi. Sivrisineği daha iyi görebilmek için Efendimiz ışığı yaklaştırdı. Evet! Bu lânet mahlûk, Eminönü'ne inen yokuşun solundaki iki katlı kâgir binânın duvarına konmuştu. Burası bir matbaaydı ve pencerelerinden giren ziyâ, içeride ertesi günkü gazeteyi dizmekle meşgül mürettiplerin yüzlerindeki korkuyu aydınlatıyordu. Raket tam iniyordu ki melûn sinek havalanıverdi ve Süleymaniye Câmii'nin arkasında, üç katlı bir cumbalı evin ön duvarına kondu. Ulu Hakan mumların ışığında bu duvarı dikkatle inceledi. Sineğin hemen sağındaki kafessiz pencereden evin haremine bir baktı, içerideki, kadınıyla cimâda olduğu hâlde müstakbel ve muhtemel veledinin Salihlerden olması için dua okurken korkudan donup kalan adamcağızı gördüğü anda sivrisinek yine uçtu ve bu kez Ayasofya semtinde bir kâşânenin çatısına yakın bir yere konuverdi. Efendimiz şamdanı kaldırdı ve çatı katını inceledi. Burada bir pencere seçince gözünü yaklaştırdı. İçerideki sedirde bir delikanlı kitâp okuyordu. Anlaşılan bu kitâp Erzurumlu İsmail Hakkı Efendi’nin Marifetnâme'si idi. Ama Hûnkârımız dikkatle bakınca, delikanlının yâhut dinamitörün, bu kitâbın arasına Paris’ten postalanmış bir ihtilâl beyânnâmesi koyduğunu fark etmişti. Aksi gibi sinek yine havalanmıştı. Melûn hayvan, Haliç üzerinde epey bir dolandıktan sonra Cadde-i Kebir’de bir apartmanın dördüncü kat duvarına kondu. Ulu Hakanımız soluğunu tutmuştu. Avını kaçırmak niyetinde değildi. Yüzünü hedefine doğru yaklaştırdı. Balkon penceresinden içeride, bir duvar piyanosu başında orta yaşlı bir bey görünüyordu. Efendimiz piyanodaki partisyona bakınca, "c.h.o.p.i.n.e.t.u.d.e.n.o.2" işaretlerini okudu. Aksilik bu ya! Raket tam iniyordu ki melûn sinek yine uçtu. Bu kez Dolmabahçe’nin yukarısına yöneldi ve kremalı pastayı andıran bir sarayın duvarına kondu. Hakanımız, bu kez sineği kaçırmak niyetinde değildi. Raketi kaldırıp lânet hayvana baktı. Bir pencerenin yanındaydı. Buradan içerisi görünüyordu. Efendimiz içeri bakınca bir elinde üç kollu şamdan, diğerinde de havaya kaldırılmış bir sinek raketi olduğu hâlde tuhaf bir âdemoğlunu gördüğü anda, korkudan yüreciği ağzına geliverdi! Sanki dehşetengiz bir varlık onu izliyordu!"
Dahice, değil mi?!

Paul Kirchner da benzer bir deha örneğini, nicelerini daha sergilediği "Otobüs" serisinde sunmuş yıllar önce.


Birbirinden ayrı iki mecrada meramını anlatmak için benzer imgelemlere başvuran bu iki dehaya şapka çıkartmak caizdir, efendim... :) 

2 yorum:

  1. İhsan Oktay Anar uzun zamandır okumak isteyip de bir türlü sıraya alamadığım bir yazar. Paul Kirchner ise mâlûmumuz... Sen de herhalde Yedinci Gün'ü okurken bu kuvvetli bağlantıyı keşfettin zîrâ Bus dizisini zaten benim gibi ezbere biliyordun.

    Bağlantı kuvvetli de ne kuvvetli ama, olay ve mekân farklı olmakla birlikte anafikir (konsept mi desem acaba? :)) bire bir aynı, son kareye ya da son cümleye kadar... Sanatçı kafasının dâhiyâne kurgularından biri gerçekten. Yine güzel yakalamışsın, eline sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Aslında epey zaman oldu okuyalı Yedinci Gün'ü. Lakin o dönemde farklı bağlantılar kurmuş olmalıyım ki, Kirchner'i es geçmişim. Sanırım o günlerde "Ulu Hakan" ve "paranoya" konusunu güncel konular ve günümüz uluları ile ilişkilendirip farklı bir çağrışım paketi almışımdır Anar'ın satırlarından..

    Kirchner'in Otobüsü'nü son anda gördüğüme göre Müsekkinimi almayı ihmal ediyor olmalıyım... :)

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...