2014-01-16

Aquablue'nun Derin Sularında...

Güzel gelişmeler oluyor alemde. :)

Fransızların grafikroman formatında bilim-kurgu dünyasına kazandırdıkları Aquablue serisi, yazar Thierry Cailleteau'nun kurguladığı öyküleri ve Olivier Vatine, Ciro Tota ve Stéphane Brangier gibi usta çizerlerin elinden çıkmış çizgileriyle türün meraklılarını cezbediyordu nicedir. Özellikle çevreci temalarıyla dönemin yükselen değerlerine göndermeler yaptığı için dünya meselelerine duyarlı bir okuyucu kitlesine de ulaşmayı başarmıştı.

Sonunda, Türkçe Çizgiroman Çeviri Takımı (TÇÇT) tarafından taraviri (scanlation) çalışması olarak dilimize de kazandırıldı geçtiğimiz günlerde. Emeği geçen çevirmenler, Prowler, Gruznan, Topfury'i ve tüm serinin çizgi-dizgi çalışmasını yapan Esattr'yi anmadan geçmeyelim. Teşekkürü hakediyorlar.


İşte bu serinin "Beyaz Yıldız" (The White Star) ismini taşıyan 6. kitabında dikkatimi çeken bir "esin" fark ettim. Üzerine biraz olsun konuşmaya değer sanırım.

Stalion gezegeninde "Yeni Haç" partisini kurup gezegen yönetiminde etkin rol alan Cantor adındaki tarikat liderinin geçmiş yaşamıyla ilgili bilgiler tanıdık geldi bana. Hikayeye göre, bir zamanlar Gamesh kimliğiyle Dünya'da "Huzurlu Gamesh Takipçileri" tarikatının önderliğini yapan ve aslında silah taciri olan bir sahtekar bu Cantor. Günün birinde polis Gamesh'in kirli işlerini ortaya çıkarmak için "tekke"ye baskın yapınca çatışma yaşanır ve yangın çıkar. Geriye müritlerinin kavrulmuş cesetlerinin de içinde bulunduğu bir kül yığını kalır. 


Fark ettiğiniz gibi, 90'ların çok ses getiren bir olayının reprodüksiyonunu yapmış Cailleteau! Amerika Birleşik Devletleri'nin Teksas Eyaleti, Waco şehrinde geçen bir felaketin baş karakterini kendi öyküsünü derinleştirmek amacıyla kullanmış. Söz konusu karakter David Koresh, tarikatı ise Branch Davidian!

Bu tür işlerde katılımı temin için kullanılan apokaliptik söylemler ve kehanetler Davidian tarikatında da en popüler muhabbet konusuymuş kuşkusuz. Ardı ardına zırvalanan kıyamet öngörüleri tutmayınca o günlerdeki lideri Florence Houteff 1962'de tarikatı feshetmişti. Zira, 22 Nisan 1959'da İsa Mesih'in yeryüzüne dönüp, İsrail ve Filistin'den Arap ve Musevileri atarak kutsal toprakları "Davidian" müritlerinin ikametine açacağı kehanetini ortaya atmış, ona güvenen 900 kadar mürit de malı mülkü satıp toplu göç için hareket noktası olacak Waco'ya yerleşmişti. Sözde kehanet fos çıkanca da yüzsüzlüğe devam edememiş, artık tarikatın devam etmesinin bir anlamı kalmadığını ilan etmişti Houteff.

Bu tür oluşumların hemen çözülmesi kurdukları siyasi ticari ve toplumsal ilişkiler nedeniyle mümkün değildir, "ilahi" ilişkinin kurulamamış olmasının pek fazla önemi yoktur, dolayısıyla Davidian tarikatı küçülse de yaşamaya devam etti. Mürşitlik makamına önce Benjamin Roden, sonra da kavgalı bir şekilde annesi Lois Roden yerleşti. 1990'da henüz gerçek ismi olan Vernon Howell'ı kullanan David Koresh ise, dedikodulara göre 67 yaşındaki Lois'i baştan çıkarıp tarikatın önde gelenleri arasındaki yerini aldı.

Dedikodu da yabana atılmaz hani: Lois Roden Mesih'in annesi olmayı istemiş ve bu amaçla Koresh'i "istihdam" etmişti.

Gel zaman git zaman, Lois'in diğer oğlu George, veliaht pozisyonunu yitireceğini anlayıp Koresh'e savaş açtı, tarikattan uzaklaştırılmasını sağladı. Koresh de George'u Deccal ilan edip İsrail'e gitti. 6 ay orada kaldı. Vahiyler aldığını iddia etti, müritler edindi, Mesih'in kendisi olduğu imasını yaymaya girişti. Sonunda da İsrail'de edindiği müritlerle ABD'ye döndü ve George Roden'i alt edip Davidian Tarikatının başına geçti. 

Genç, yakışıklı, belleği güçlü, belagati kuvvetli, yepyeni bir peygamber namzedi kazanmıştı dünya. Tıngır mıngır gitar çalıyor, mesajını bir pop ilahı gibi müziğiyle yayıyordu müritlerine ve "potansiyel" olanlara. Bu arada çoğu pop starı gibi geniş bir harem kurmayı da ihmal etmemişti.

Karizmanın gücüne mi, yoksa müritlerinin eblehliklerine mi vermeli bu garabet durumu bilmiyorum ama, rivayete göre tarikatın tüm kadınlarının kendisine ait olduğunu takipçilerine kabul ettirmiş, yalnızca kendisinden çocuk sahibi olabilecekleri şartını farz kılmış, diğer erkeklerle birlikte olmalarını, kocaları bile olsalar men etmişti. Alkol, sigara, et yemek, televizyon filan, bir sürü şeye de yasak getirmişti Koresh!

Bu arada tarikatı sürükleyen kehanetleri de güncellemişti: Dünyanın sonu yaklaşıyordu, ama Armageddon Savaşı İsrail'de değil Waco'da, Davidian Tarikatı'na düzenlenecek bir saldırıyla başlayacaktı. Bu mesajın doğal sonucu olarak tarikat üyeleri silahlanmaya, yiyecek ve yakıt stoku yapmaya başladılar tabi. Kendilerine mekan edindikleri Mount Carmel'den artık Ranch Apocalyps (Kıyamet Çiftliği) olarak bahsediliyordu..

Kehanet kısmen gerçekleşti. Çocuk tacizi ve silahlanma iddialarını değerlendiren ABD Alkol-Tütün ve Ateşli Silahlar Bürosu (ATF) 28 Şubat 1993'de külte mensup müritlerin faaliyet gösterdiği çiftliğe mahkeme kararıyla baskın düzenledi. FBI da destek vermişti bu baskına. Tabi ki direnişle karşılaştılar. Kuşatma 51 gün sürdü, 19 Nisan 1993 günü çiftlikte beklenmedik bir yangın çıktı. Sadece 9 kişi kurtulabildi. Koresh kendisiyle beraber 20'si çocuk 80'den fazla müridini öte aleme götürdüğü zaman İsa gibi 33 yaşındaydı....

Aquablue, bu felaket öyküsünün küçük bir dilimini Beyaz Yıldız'a taşıyarak hafızalarımızı tazeleme fırsatı sundu bize.

Lakin, hikayenin geri kalan kısmı da ilginç gelebilir. 

6 yıl sonra, Bill Clinton'un Başkan, Janet Reno'nun Adalet Bakanı, Louis Freeh'in FBI'ın başında olduğu günlerde, konu hortladı. Freeh ile Reno'nun arası nicedir nanemollaydı zaten. Adalet Bakanı Reno, kapalı kutu FBI'ı Waco olayıyla ilgili bilgileri kamuoyundan gizlemekle itham etti, suçüstü maksadıyla müfettişler ve polis kuvvetleri marifetiyle FBI merkezine baskın yaptı. Bir nevi Kozmik Oda'sına girilen FBI'ın tüm kirli çamaşırları da orta yere serildi... Çiftlikte çıkan yangının nedeninin FBI'ın "yanıcı nitelikte" göz yaşartıcı bomba kullanması olduğu anlaşıldı.

Bak şu tarikatın ABD Hükümeti'nin başına sardığı belaya!

Tarih, başkalarının başını belaya sokmakla kalmayıp, müritlerini de felakete sürükleyen tarikat liderleriyle dolu galiba...

Guyana'nın Jamestown kasabasında 911 müridini siyanür içirerek ölüme götüren Jim Jones'u ve önderi olduğu People's Temple (Halkın Tapınağı) tarikatını anmadan geçmek olmaz. Tarihin "bilinen" en büyük toplu intiharıdır, içlerinden 276'sının çocuk olduğunu düşünürsek, bu eyleme ne kadar "intihar" denir, orası ayrı.

Fransa, İsviçre ve Kanada'da müritleri olan "Güneş Tapınağı"nın 1994'teki toplu intiharını, ABD Kaliforniya'da "Yüce Kaynak"ın 39 üyesinin kendi canlarına kıyışını, Mart 2000'de Uganda'da "Tanrının 10 Emrinin Restorasyonu Hareketi"nin 500 üyesinin kilisede kendilerini ateşe vermesini unutmak mümkün mü? Onların arkasında da birer karizmatik lider vardı mutlaka, öl dediğinde ölünen.

Biraz daha geçmişe gidelim, ama biraz daha yakınlara gelelim.

11 yüzyılda mensuplarını ölümün kaçınılmaz olduğu suikast görevlerine gönderen Hasan Sabbah'ı, batı dillerine Assasin (suikastçı) sözcüğüyle geçen örgütü Haşhaşiyun'u, zapt edilemez olarak bilinen kaleleri Alamut'u ve içinde yaşadığı söylenen iki bin müridini hatırlayalım. Onların da aslında İsmailiye mezhebinin uzantısı Fedaayiin isimli bir tür tarikat örgütlenmesi olduğu gerçeğini unutmak mümkün mü?

Efenim, Aquablue'daki bir sahneden yola çıkıp bunca şeyi niye mi yazdım?!

Belki siz de fark etmişsinizdir diye; bu sefer daha da yakınımızda olan bir cemaatin bir tür intihar eylemi içinde olduğunu. Evet bu intihar kendi canlarına kıymak şeklinde değil belki. Sadece kariyerlerini ve isimlerini ve belki de geleceklerini öldürüyorlar. Çoğu o kariyerleri mensubu oldukları "hareket" sayesinde edinmişlerdi, deyip umursamayabilirsiniz. Geride kalanların gelecekte kuracakları daha güzel bir aleme yeniden doğma umutları var, da diyebilirsiniz. Ama intihar intihardır ve aslında bu oluşumlara girildiği gün gerçekleşmiştir kanımca! Özgür irade'nin, varlığını -bu günlerdeki söylenişiyle- bir "kanaat önderine" teslim edişi kendi canına kıymasından başka nedir ki?!

İkballeri uğruna iradelerini güç sahiplerinin hizmetine sunanları önlerindeki kötü örneklerden ibret almaya davet etmenin bir anlamı yok aslında. Onları koltuk değneği gibi kullanıp, kendi ayakları üstünde durmayı başarınca fırlatıp atanların varlığı yeterli ibret vesilesi olsa gerek.

Kim bilir, belki ilerde bizimkilerin de bir yansısını görürüz çizgiromanlarda.

8 yorum:

  1. Dostum hakikaten çr blogları özellikle çeviri üzerine olanlarda çok güzel işler yapılıyor sensei,esattr ve daha birçok eski ve yeni dostlara teşekkür etmeli yine stoktan vurucu işler ve çizgiler ile bizleri mest ediyor yorumları ile gabby gibi dostlar ufkumuzu açıyor velhasıl çok güzel işler bunlar umarım hep böyle sürer.
    serdary67

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu arada kırıp dökmemeye, hassasiyetlere karşı duyarlı olmaya ve her türlü çizgiroman kardeşliği hakkına riayet etmeye de devam edilmesi gerek tabi. En azından gerek kişiler, gerekse oluşumlar ortak noktalarda uzlaşmayı başarabilmeli artık.. Ancak böyle "yararlı" oluruz sevdiğimiz çizgiromana..

      Sil
  2. Aquablue çok hoş bir space-operadır. Zevkle okunur. TÇÇT'nin özenli çalışması da okumaya ayrı bir zevk kattı. Ben henüz 6. kitaba gelmiş değilim ama sen meramını güzel anlatmışsın.

    Zaten eserin hikayesi bilimkurgusal olmaktan ziyade bugünün geleceğe projeksiyonu şeklinde kendini gösteriyor olaylar açısından. Küresel sermayenin, yarın evrensel sermayeye dönüştüğünde nasıl pervasızca insanı (yada her türden zekî yaratığı) hiçe sayarak çıkar kavgası verdiğinin (vereceğinin) hikâyesi. Hâl böyle olunca, ana temanın çevresindeki talî olayların da benzeri bir projeksiyonla elde edilmiş olması normal, tarikat meselesindeki gibi.

    Gerçekten aktüalitemizi işgal eden en önemli olay tam da böyle bir tarikat intiharı hikâyesi. Toplu intihar değil ama 'kurumsal' intihar (En nihayet 'küçük Amerika oluyoruz ya). Ne diyelim, şu an memlekette hep birlikte silbaştan bir öğrenme sürecinden geçiyoruz. Doğal olarak kafalar karışık. Bu arkadaşlara da akıl-fikir dilemekten başka yapacak (yapmamızı gerektirecek) bir şey yok.

    Sen de mevzuyu iyi yerinden yakalamışsın, karışık kafalarımıza iyi bir örneklemeyle düşünme fırsatı oldu, eline sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Abartı'nın özellikle mizahta işe yaradığı gerçek. Cailleteau da bundan yararlanıp dünyevi işleri evrensel boyutlara bir perdeye yansıtmış. Ürünün tüketicisini sarabilmesi için az da olsa kendinden bir şey bulmasını sağlamak da fena fikir değildir zaten. O yüzden keyifle okudum ben de.

      Sil
  3. 70’li yıllarda üzerinde çokça konuşulan, Ses dergisinde de uzunca yazıları çıkan hamile Sharon Tate’in doğumuna sayılı günler kala, aile dostlarıyla evinde hunharca katledilmesi aklıma gelir böyle çete-mürid-tarikat muhabbetlerinde… beni çok etkilemiş olmalı.

    İçinin çirkinliği yüzüne vurmuş Caharles Manson gibilerden çok, bu sapkın fikirlerin nasıl taraftar toplayabildiği, en az vahim sonuçları kadar önemli bence.

    Yazıyı o kadar akıcı kaleme almışsın ki hiç bitmesin istedim. Bu durumda dediğin seriyi indirip okumak da farz oldu, senin yazının yarısı kadar sürükleyici olsa o bile yeter. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tate'in hedef seçilmesinde "Rosemarry'nin Bebeği"ni çeken Roman Polanski'nin eşi olması asıl etkendi elbette. Tarikat oluşumlarının popüler kültür alanına kaymalarının da ilginç bir örneğini oluşturur olay. Hele ki Manson'un film-fotograf çekim teknikleriyle ilgili bir gerçeği alıp, bambaşka bir şekilde formüle ederek değme yönetmene taş çıkartacak kadar bu işlerin içinde olduğunu gösteren şu sözü de çarpıcıdır:

      "Bana tepeden bakarsanız, bir aptal görürsünüz.
      Bana aşağıdan bakarsanız, tanrınızı görürsünüz.
      Bana tam karşıdan bakarsanız, kendinizi görürsünüz."

      Sil
  4. Uzun zaman sonra aklıma geldi, tekrar okuyayım dedim yazdıklarınızı. İlk okuduğumda aldığım tadı aldım. Yalnız sondaki değerlendirmelerinizin ne kadar haklı olduğunu yeniden vurgulamak gerektiğini söylemeden edemeyeceğim. Öyle bir intihar ki, diğerlerine hiç benzemedi...
    Neyse, güzel insanları bir arada görmek, yorumlarını okumak da keyifliydi. Aynı şekilde daha sık görmek istiyor gönül. Umarım, burayı tekrar okurlar :)
    Selamlar, saygılar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Keşke vakit bulabilsem de yazmaya fırsat olsa tekrar. Ama yorumları görüp ilgilenmek bile güç şu günlerde...

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...