2017-03-11

Hayalet Yayın Frekansından Serbest Çağrışım Dalgaları...



Okuma gafletine düştüyseniz hatırlarsınız, önceki yazılarımızdan birinde Dylan Dog'un HOZ'dan çıkan Maxi Serisi öykülerinden birini fona alıp, yazar çizer ve editör takımının pek de takım oyunu çıkaramadığından dem vurmuş, Dog'un serüvenlerinde karşımıza çıkan özensizlik durumunun sık rastlanır olduğu fikrini savunacak bir argüman ortaya koymak için, DD karakterin değişmez temel unsurlarından biri olan Vosvos'unu örneklemiştik..
Parantez açıp, az rastlansa bile bazı hikayelerin onu hâlâ cazip bir çizgiroman karakteri olarak görmemizi sağladığını belirtmeyi de ihmal etmemiştik.

Önceki yazımız nalına, bu yazımız mıhına!..

HOZ'un Maxi serisinin 3. cildinin ilk serüveni Hayalet Yayın (La Radio Fantasma), öyküyü tümleyen ve o şikayet ettiğimiz "sığlık" kolaycılığına kaçmayan bir çalışma. Yine çizerler Montanari ile Grassani. Seranyo'yu ise bu defa Pasquale Ruju kaleme almış. Bonelli yayınlarında Nathan Never'dan Martin Mystere'e, hatta Tex'e dahi emeği geçmiş olsa da, Ruju'nun asıl uzmanlığı Dylan Dog olsa gerek, zira 70-80 kadar Dog serüveninde onun imzası var. 1995'ten beri "takımda"...

Öykü kabaca; öldü bilinen bir Radyo DJ'inin müzik temalı meşhur bir radyo kanalının frekansına sızarak korsan yayın yapmaya başlamasını ve eş zamanlı olarak da Londra'da peşpeşe cinayet işleyen bir seri katilin ortaya çıkışını ele alıyor. Fazla spoiler vermeyelim, ama okunduğunda bir tür pişmanlık hissiyle karışık ağızda kekremsi bir tat bırakan lezzetsiz öykülerden değil, biline!

Haliyle, serüvenin büyücek bir kısmı söz konusu radyo binasında geçiyor. 'Lezzettek' kerameti de bu mekanı tasarlayıp resmederken göstermiş Montanari-Grassani ve Ruju...

Radyoevinin koridor ve odalarına onlarca poster ve plak kapağının illüstrasyonlarını yerleştirip mekanı inandırıcı kılmakla kalmayıp, hikaye kurgusunda başvurulan flashbackler (ne diye "geçmişe dönüş" demiyorsak bu kavrama, neyse---) aracılığıyla 1970'li yılların ortamını da başarıyla yaratmayı bilmişler. Elbette sıkı bir "geri plan" ister böyle bir senarist-çizer ortak işçiliği...

Mesela, mesela, meselaaa...


Bilmeyen var mı?! 15-18 Ağustos 1969! Woodstock Müzik ve Sanat Fuarı! Kansız, silahsız, vurdusuz kırdısız 450 bin genç (ve zihnen genç) insanın katıldığı devrim... Müzik yönü önce çıksa ve bir festival gibi algılansa da büyük bir halk hareketi olan Woodstock'da kimler yoktu ki! Hindistan'dan Ravi Shankar'a , Pete Townshend'lı, Roger Daltrey'li The Who'ya, protest müzikte Bob Dylan'ın hemen ardından gelen ve aktivist yönüyle halen "ben buradayım" demeyi sürdüren Joan Baez'a, Meksika'dan Santana'ya, sonraları uyuşturucudan ölen müthiş ses (Zerrin Özerin fahri annesi :) ) Janis Joplin'e, gitarın Paganinisi Jimi Hendrix'e kadar dönemin en ünlü sanatçı ve grupları gibi "aykırı düşünen" insanların devasa bir "düzen" eleştirisine dönüşen mucizesi...



Dog'u İngiltere'de yaşatıp içinden müzik geçen bir serüvende Beatles'a atıfta bulunmamak mümkün değildi tabi... Liverpool'lu grup her ne kadar 1968'de fiilen, 1970'de de resmen dağılmış olsa da popüler kültür üzerindeki etkileri halen sürmekte. Hayranlarının elinden gelse Lennon ve Harrison'u hayata döndürüp, McCartney ile Ringo Starr'ı barıştırır tekrar müzik yapmalarını sağlamaya çalışırlardı herhalde. Gerçi hayranı David Mark Chapman, ilk elden müşahede için "cennetin olmadığını düşle" diyen Lennon'u öldürüp öte tarafa göndermişti, ama kötü örnek örnek olmaz, derler...


Aslına bakarsanız Lennon'un öldürülmesiyle ilgili, müzik endüstrisinin John'un sırtından son bir voli vurmak için, daha fazla "watching the whells" konumunda kalmasına izin vermeden "harcamayı" yeğlediğinden tut (*), Amerikan derin devletinin o "working class hero"yu temize havale ettiğine kadar hayli (hayali de diyebilirsiniz) komplo teorisi var. Hatta Yoko'dan pek hazzetmeyen hayranlar "Kütürdet Beni Rutubet"teki (Whatever gets you through the night) Atıfet'likten (**) bezen Yoko Ono'nun işin arkasında olduğunu bile iddia etmişlerdi. Elin ağzı torba değil ki büzesin!.. Fazla konuyu dağıtmayalım...


Kiss 1973'de kurulmuş Amerikalı Hard Rock topluluğu. Uzun yıllar, ta ki kullandıkları makyaj malzemelerinden ciltlerinin geri dönülmez hasarlar aldığı ayan beyan oluncaya kadar yüzleri boya kovasına batmış halde ve biraz sado-mazo havası veren acayip kostümler içinde sahne alan eksantirik grup. Her birinin kostüm ve yüz makyajları kullandıkları sahne isimleriyle örtüşen birer "sanal karakter" yaratmıştı. Gene Simmons; The Demon, Paul Stanley; The Starchild, Peter Criss; The Catman, Ace Frehley; The Spaceman!
Bu satırlar istemsiz olarak "I was made for loving you---"yu mırıldanmaya başlamanızı sağladıysa, efsane yaşıyor demektir, "---baby"...

Yukarıda Woodstock'tan bahsederken ismi geçmişti, Joan Baez, yine karşımıza çıkıyor Hayalet Yayın sayfaları arasında. Hemen yanında da, Müsekkin'e daha önce e de konuk olan Bob Dylan...


Yakın zamanda İsveç Kraliyet Bilim Akademisi'nin verdiği Nobel Edebiyat Ödülü'ne (2016) layık görüldüğünü hatırlarsınız Dylan'ın. E, adam iyi yazıyor kardeşim... Öte yandan bu edebiyat ödülünün bir takım siyasi manipülasyonlara alet edilir hale geldiğini biz gibi o da biliyor olsa gerek ki ödül törenine katılmadı. Törene katılmadı ama ya para ödülü?! Parayı aldı tabi, hakkıdır... :) Yerine Patti Smith'i gönderdi. Patti de törende Dylan'ın "A hard Rain"ini söylerken ortalığı biraz karıştırdı, ama olsun, o da yabana atılmayacak bir ozan-müzisyen. Punk Rock akımının yaratıcılarından biri olarak kabul edilir zat-ı şahaneleri.

HOZ'un 3. cildi 76. sayfasında, sol taraftaki şu yarısı görünen postere ne demeli?! 


Gençliğini 80'lerde yaşayan ve "Türk Hafif Müziği" düşkünü birisi, pekala Hardal'ın "Nereden Nereye" albümünün plak kapağının orada ne işi var diyebilir.


Olamaz mı?

Hele ki, bu plak günümüzde astronomik fiyatlarla alıcı bulabiliyorsa hâlâ!

70'lerin Anadolu Rock gruplarından Yeraltı Dörtlüsü'den üçünün, yani Cahit Kukul (gitar), Aydın B. Şencan (basgitar) ve Sedat Avcı'nın (davul) aklının çelinmesi ,vokalist olarak da Şükrü Yüksel'in ekibe dahil olmasıyla kurulan Hardal, 1978'de  ilk albümleri "Nasıl Ne Zaman"ı çıkartıktan sonra  klavyeci Özkan Turgay'ın da eklenmesiyle 5li'ye dönüşmüştü., ki Türk Rock'unun önemli ürünlerinden biri kabul edilir. Ardından ikinci albüm için kolları sıvarlar. Kayıtlar başlar ama "80 darbesi"nin etkileriyle grup savrulur, Aydın B. Şencan, Kanada'ya gider, Sedat Avcı, Hollanda'ya... Davula Zafer Oğuz geçer ve "Nereden Nereye" tamamlanır. 82'de piyasaya sürülür. Yine olumlu tepkiler alır, ama siyasi ve toplumsal değişimler Cem Karaca'nın "Hava döndü, işçiden - işçiden esiyor yel" parçasında söz ettiği rüzgarı artık başka yönden estirmektedir. Dağılır gibi olurlar, falan filan...

Neyse, aslında bunları, Hardal'ın albüm kapağının da eğer zaman ve mekan müsait olsaydı Dylan Dog çizimleri arasında -pekala- yer alabilme ihtimali bulunduğunu düşündüğümüz için anlattık, uzatmayalım. Şairin dediği gibi, "Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!" vari, içinde bir "keşke" barındırıyordu, yani. ( *** )

Gerçek başka... Sadece benzerlik, belki biraz da özenti... Özenti fikri ağır basabilir, zira, kayıtlarda klavyeleri Özkan Turgay çalmış olmasına karşın, kapakta fotografına yer verilmemiştir. Vardır elbet bir "soğuk" sebebi, ama beş fotograf olması, "kompozisyonu" bozardı.

Hangi kompozisyon mu?
BU!

Beatles'in son albümü (1970) "Let it be", ki Dylan Dog'da yer verilen de bu, malesef...

Bu plak kapağının da bir özelliği var, değinmeden geçmeyelim. Beatles o güne kadar yayınladığı albüm kapaklarında ya bir arada görünür, ya da görünmez. Let It Be'de ise ayrı ayrı fotograflanmışlardır ve grup elemanlarının yollarını ayırmış olduklarını simgelemektedir aslında. Yaa!.. Böyle ince işler işte. :) Zaten böyle ince eleyip sık dokumak değil mi, "ürünü" ikonlaştıran?

Biliyorum, 32 kısım tekmili birden gibi bir yazı oldu, ama sor, niye oldu!

Çekildikçe çekildik derine, derinlere...

Dylan Dog takımı; Ruju, Montanari ve Grassani sayfalarına bu detayları işlerken, emin olun sadece görsel zenginlik yaratalım diye düşünmüyorlardır. Sanat dediğimiz şeyin asıl işlevine yönelmişlerdir. Öyküyü anlatırken, okuyucunun kendine özgü bir seyahate çıkmasını da sağlamaktır amaçları... Sayfalar birbiri ardına çevrilir, detaylar kağıttan göze, oradan da zihne akar, farklı anı ve birikimleri canlandırır ve okuyucunun eseri çepeçevre saran, ama tamamen kişisel bir kabuk oluşturmasını sağlar, bir kum tanesini inciye dönüşmesi misali... Kabuğun inceliği veya kalınlığı; ---derinliği---, okuyucudan okuyucuya değişir elbet.

Bir başka yazımızda daha değinmiştik; "kullandığınız yöntem ne olursa olsun, muhatabınızın bir hissi duyumsamasını sağlayabiliyorsanız, okuyucunuzun zihninde, kendi düşünsel olgunluğuna göre eserinizle ilintili fikirler yaratabiliyorsanız, yaptığınız şey sanat!"

Ek yapalım:
Sizi aktif katılımla içine çeken, kendi öz benliğinizin renklerini gösteren, ama, en önemlisi "kim olduğunuzu hatırlatmanızı sağlayan şey" sanat.

Netekim güzel bişii... :) İnsana "anladım ve onu yeniden yarattım" dedirten tek şey belki de... Ve belki de "mürşit uçmaz mürit uçurur" kıvamı böyle elde edilmektedir efenim... :)

* Lennon, son albümü Starting Over'ı (1980) piyasaya sürmeden önce uzun yıllar müzik yapmamış ve bu süreci Watching The Whells isimli parçasında anlatmıştır.

** "Kütürdet beni rutubet, Atıfet" Nejat Yavaşoğulları'nın kendi adına çıkardığı "Bulutsuzluk Özlemi" isimli albümünde yer alır (albümde aynı isimli bir parça da var) ve John Lennon'un bestesi " Whatever gets you through the night"a göz ardı edilemeyecek şekilde benzer. Yavaşoğulları, daha sonra bu albümünün ismini kurduğu gruba vermiş ve Lennon'dan esinlenmeye devam etmiştir bir süre daha... "Şili'ye Özgürlük" parçasıyla da, bir bakıma Lennon'un "Well Well Well"ini özgürleştirmeyi başarmıştır... Netekim severim Yavaşoğulları'nı. Cidden...

*** Yılmaz Erdoğan

Not: Dylan Dog taramaları, Çizgidiyarı, MehmetAli'den alınmıştır. Kendisine teşekkür ediyorum...

4 yorum:

  1. Artık eminim ki siz bir yazı yazmaya başladınız mı beyninizde 40 tilki de perende atmaya başlıyor. İlginç olan ise bu kadar tilkinin birbirine çarpmadan olayı kotara bilmesi...

    Yinede de Aziz Nesin bu yazıyı okusa önce Türk Halkının %60 bu yazıyı tam kavrayamaz der, bir süre bekledikten sonra gelin şunu %90 yapalım derdi.

    Sıra dışı bir beyin fırtınası için Teşekkürler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim BB... Anlamakla ilgili sorun olduğunu sanmasam da, galiba okumakla arası yok birlikte yaşadığımız çoğunluğun...

      Sil
  2. Gene döktürmüşsün... valla, takdir ve gıpta etmiyorum desem yalan olur.. kalemine sağlık..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol Seymin... Uzun ve daldan dala atladığı için zamanla yarışılan bu çağda okuması biraz zor bir yazıydı. Ben de seni tebrik ederim.. :)

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...